11 Ağustos 2010 Çarşamba

İstanbul'un Heykelleri-1 / Yahya Kemal Beyatlı Anıtı

Beşiktaş’a inelim mi?

Böyle der biri. Üniversitenin yokuşundan, kestane ağaçlarının gölgesinde püfür püfür inip alt kapısından çıkarız. Karşımızda saat kulesiyle Yıldız Camii. Hemen yanındaki girişinden, boğazın sularına muhakkak ki bir bakış atıp Yahya Kemal Parkı’nın içine dalarız. Şehrin ortasında bir park. Bunu düşünüp sevinirim o zaman içten içe.

İkibinli yılların başı. Çok da geçmemiş üzerinden. Trafikten, bağrış çağrıştan yalıtılmış, Barbaros Bulvarı boyunca uzanmış yokuş ve en mühimi alışılmışın tersine tekin bir parktı. İçinden sürekli birileri geçer gider, hatta şöyle bir soluklanır, her köşesinde birileri oturur, uzanır, muhabbet eder, gülüşür, şakalaşırdı. İti kopuğu da tebelleş olurdu bazen, miskin kedisi de çöreklenirdi. Bazı yarı gizli kapaklı yerlerinde sevgililer görürdük göz ucuyla, mutlu mesut koklaşan ya da bir yorgun adam uyuyor olurdu Yahya Kemal Beyatlı'nın yamacında.


Parkın yokuşundan aşağıya doğru inerken ortalarında bir anıt gizlenirdi tevazu içinde. Arsız gösterişlerden uzak, dik yokuşun meşakkatli eğimine tatlı bir uyumla yaslanan kaidesi üzerinde oturan bir Yahya Kemal Beyatlı heykeli çıkardı karşımıza. Sol elinde (artık olmayan) bastonuyla oturup dinlenmekte ve şakağını sağ eline yaslayıp düşünmekte olan bu adam hiç kuşkusuz "Yarab bana bir ses yaratan kudreti ver" dualarını yinelemekteydi içinden.
Üniversitede okurken bazen termosumu alır heykelin oraya inerdim. Kendime bir kahve koyar, heykelin yanındaki çimenlere oturur dinlenir, düşünürdüm. Bazen ders çalışır, okurdum huzurunda. Bir arkadaşım vardı, bazen onu da sürüklerdim yanımda oraya, o heykelden söze başlar ve sonra ne çok şey konuşurduk.
İlginçtir, bizde heykeller gösteriş için dikilir. Çeşitli görüşlerin kendi fiziki varoluşunu temellendiren güçlü mesajlarını telkin için oradadırlar. Belki de heykel denilen şey, Avrupa'yı gözlemlediğimiz kadarıyla kent yaşamının olmazsa olmazı bir şey olduğu için meydanlara ve parklara dikiliverirler. Tek tük ve gelişigüzel. Başlık olarak kitabımıza girmiş ancak iş içeriğe gelince hep bir ayağı tökezlemiş tonla modernleşme hamlesi gibidir heykel de. Kuvvetli imgesi şehir hayatımıza karışmaz, bize tepeden ve çatık kaşla bakar çoğunlukla. Özel ve güzel hisler uyandırmazlar pek. Neredeyse, yalnızca sanatçıya siparişle, belli bir tema etrafında, bir ödül para karşılığı yaptırılmış, hikayesi yavan, özgünlükten, çeşitlilikten, çok seslilikten uzaktır heykel birikimimiz. Hatta, çok çeşitli sebeplerle, iyi ya da kötü neredeyse yok denecek kadar azdır da sayıları.
Fakat ne mutlu ki Yahya Kemal Beyatlı Anıtı, sanatçı Hüseyin Gezer'in ustalığıyla bu handikaplardan zarif bir şekilde sıyrılmıştır. Mekana uysal yerleşimi bakımından benim hep hoşuma gider. Bu kentteki yaşamımda bende iz bırakmış iyi heykellerden biridir.


Ne var ki, geçen sene bir düzenleme yapıldı parkta. Eskidi gerekçesiyle yürüyüş yollarını gri betonla yenilediler. Eski değildi, güzel Escher-vari döşeme taşları vardı yer yer. Beton kadar çirkin değillerdi en azından. Çalılar kökten gitti, ağaçlar budandı. Böylece parkın dışından içi, parkın içinden de dışarısı görünür oldu. Eski izole halinden eser kalmadı, bir anlamda mahremi öldü gitti. Sebepleri vardır elbette, anlayış ve görüş meselesi. Böylesini daha güzel bulan da vardır... Eskiydi, yeteri kadar bakımlı değildi, dağınıktı ama şimdi yenilendi, düzenlendi, toparlandı diye düşünenler muhakkak ki varlar?


Ancak görünür olan bir şey var, o da Yahya Kemal'in artık Aziz İstanbul'unun bir güzel köşesi yerine, her daim Barbaros Bulvarı'nın sıkışık trafiğine bakar olduğu. Bununla da kalınmadı, daha kötüsü yapıldı. Yahya Kemal parkına Yahya Kemal Anıtının yakınına devasa bir Fatih Sultan Mehmet Anıtı inşa edildi. Nedendir, şaibeli! Oldukça çirkin mermer bir kaidenin üzerinde yükselen bu anıtın çevresi bakılıyor, çiçeklendiriliyor ve hava karardığında görkemli bir şekilde dört bir yandan aydınlatılıyor. Fakat ne yazık ki bu anıt resmen yamuk!
Sürekli kentin orasından burasına taşınıyor olmalarından belli ki heykeller şehirlerin bibloları olarak algılanıyor bizde! Oysa ki heykelde mekan, diyebilirim ki en önemli unsurdur. Bir nevi yerleştirmedir, bu yüzden mekandaki önemli değişiklikler heykelin manasını, hikayesini toptan değiştireceklerdir. Yahya Kemal Anıtı'nın mutevazı boyutları, parkın dik yokuşunun eğimine uyumlu, onu adeta dinginleştiren yerleşimi ve heykelin pozisyonu yani Yahya Kemal'in eli, kolu, bakışları bir tesadüf değil, ustalıktır, sanattır. Tüm bunlarla birleşince bir şey anlatır bakana.
Yine aynı mantıkla, Yahya Kemal Anıtı'nı hesaba katmadan, Fatih Anıtı tek başına ele alındığında bile, anıtın yüksekliği, genişliği, yerleşimi kötü. Çok büyük, çok yüksek, daracık bir yere öylece kondurulmuş. Tam bir kent biblosu! İşte Fatih Anıtı'nın bu anlamsız ve pardonsuz gelişi, görgüsüz gösterişi, oransal büyüklüğü baskın çıkıyor diğerine. Değiştiriyor her şeyi...
Ben de kestim ayağımı parktan, kafamı çevirip bakmak bile istemiyorum. Anımsamakla yetiniyorum eski halini. En son bir hafta önce gidip Yahya Kemal Anıtı'nın fotoğraflarını çektim. Başka bir yerdeki başka bir şeyin fotoğrafları oldular... Ve artık biri Yıldız'dan Beşiktaş’a inelim mi diye soracak olsa onu çaresiz bambaşka yollardan sürüklüyorum.

2 yorum:

mabutuner dedi ki...

Harika bir yazı olmuş. Şehri böyle ince, estetik gözlerin de gördüğüne şahit olmak hoş. Çok keyif aldım.

Dicle dedi ki...

Çok teşekkürler, duymak çok hoş, devam etme cesareti veriyor...